19 Ekim 2007 Cuma

Hoca Efendi ve Talebeleri (Cevap)

Ön Bilgi: Bu yazı aslında "Hoca Efendi ve Talebeleri" başlıklı yazıya yapılan bir yoruma bir cevap niteliğinde yazılmıştır. Bu yüzden önce belirtilen yazıyı ve yorumlarını okumanız şiddetle tavsiye edilir. Bu cevabın yorumlar kısmına yazılması değil de ayrı bir yazı olmasına karar verilmiştir çünkü böylelikle bir devam yazısı havası yakalamak amaçlanmıştır.



Sonunda yazılarımızı okuyup yorum yazan biri daha çıktı (tuğçecim ve mervecim sizi tenzih ederim, ha bi de jazzrail vardı demet'in ev arkadaşı). Yorumun için çok teşekkür ederiz. Yazıyı çok açık yazmadığım için, Oğuz da dahil olmak üzere, yanlış anlamalar olmuş. Öncelikle bunun için özür dilerim. Ancak yazı bu yazı bütün gece boyunca süren bir tartışma sonucunda yazılmıştır. Fakat tabi ki bir gecede duyduklarım değil bunlar, belli bir birikimin sonucu. Neyse madem yorumlar gelmiş, bana da yazının yazarı olarak cevap hakkı doğmuş...

Savaş... Evet, böyle bir kelime geçmiş. Neyin savaşı açıkçası anlamadım, benim savaşım olmadığı kesin! Belki de, tırnak içinde (bilindik el hareketiyle destekleyerek söyleyiniz) cumhuriyetçiler ve cemaatçiler arasındaki savaş bu -yanlışım varsa lütfen düzeltiniz-. Bilemiyorum ben ne cumhuriyetçiyim ne de cemaatçiyim.. Sonra kendini unutturmak ve ya gündem değiştirmek gibi bir şey yazmışsın Eraycım (bak hemen de samimi oluveririm). Burdan şu çıkar; bu uzun cümleyi ya bana yazmışsın, ya da genel bir tepkini dile getirmişsin. Bana yazdıysan, ben öyle biri değilim kime ve niye kendimi unutturma çabası içinde olayım (başlarda bunun nedenini de söylemişsin ama beni tanımadan beni töhmet altında bırakarak (bu lafa bitiyorum be!) suçlamışsın sanki). Ki bence böyle değil, yani bana yazmadığını düşünüyorum. O zaman genel bir tepki bu. Ancak bu daha kötü çünkü bu tip yazılara aynı yakıştırmayı yapıştırıp, kendiliğinden yazıyı genel bir Kemalist ideoloji saçmalığı sanmışsın galiba. Yazıyı biraz daha farklı bir bakış açısıyla yazmıştım aslında. Yazım genel bir tutum içermediği için bu genel tepkiye gerek yoktu kanımca. Bunlar benim naçizane -belki de kimine göre saçma- fikirlerim. O yüzden bu yargın biçimsiz olmuş gibime geldi (yine burda çıkarsama yaptım kendimce, yanlışım varsa lütfen uyarın).

Evet, biraz düşmanlık kokan bir yazı olmuş gibi geldi bana da şu anda, burda direk objektif olmadım, bu tarz yazılarda biraz daha dikkat edeceğim, yalnız daha önce belirttiğim gibi bir hışımla yazıldıydı. Somut cümleden kastını anlayamadım, yalnız orda yazılanlar kesinlikle benim uydurmam değildir. Hatta ve hatta duyduklarımın hepsi bunlarla sınırlı da değil. Ama hepsi bir kişiden değil birçok kişiden, iki kulağımla duyduğum sonra beynimle algıladığım somut düşünceler.

Bir emel doğrultusunda bir eylemi olmayan bir topluluk asla ve kat'a olamaz. Eğer ki eylemden kastın terör eylemiyle, mitingle, toplu intihar töreniyle falan kısıtlıysa tabi bunları yapmıyorlar. Ama eylem kelimesi güzel dilimizde fiil, aksiyon, hareket anlamlarına gelmektedir (bkz: TDK sözlüğü). Şimdi bu "hizmet" hiç bir fiiliyatta bulunmuyor öyle mi? (Bu cümleyi okuyup "Yine yazmışın boş boş laflar somut örnek ver, eylemdelermiş, hani somut örneğim benim?" diyenlere beşkardeş müessesemizin ikramıdır). Tamam, hadi neyse örnek vereyim somutundan olsun, en azından eğitim sistemi içinde tutukları yer de bir çeşit eylemdir ve hizmetin sadece bir ayağını oluşturur -şu anda gözle görülür yıkıcı faaliyetlerde bulunulmuyorsa da gençler cumhuriyet düşmanı olarak yetiştiriliyor ("her şeyin başı eğitim"-anonim)-. Hem yeri gelir liberalleri, yeri gelir sosyalistleri, yeri gelir taocuları, yeri gelir dombilileri yazarız, yazacağız söz! Birincisi kadrolaşmanın kötülüğünde hem fikir olalım, şu anda hizmettekiler kadrolaşıyorsa yarın bir gün başkası kadrolaşınca aman efendim bu kadrolaşma kötü bir şeymiş demek yersiz olur. Ama zaten benim dediğim o değildi, yani cumhuriyetçilerle cemaatçileri rant yeme kavgası değil anlattığım. Kim çalışıyorsa tabi ki o yükselecek. Neyse şöyle daha kolay anlatırım belki, örneğin bir arkadaşıma icazet aldığı hocası akademisyen olmasını buyurmuş. Nedeni de hizmet yolunda yeni gelecek gençlerin önünü açmakmış. Yani hizmetteki gençlerden duyacağını şey de genelde budur; "kariyer boş bir şeydir ve enaniyet göstergesidir. Ancak hizmet adına elzem şekilde kariyer yapılmalıdır ki gelecek nesillerin önü açılsın". Çığ gibi büyüyen, kemikleşmiş, hücre yapısına sahip bir organizasyona sahip, sistematik bir şekilde yönetilen çok büyük bir topluluktan bahsediyoruz arkadaşlar, yanlışımız olmasın. İşte bizim kimseyi çekemediğimiz falan yok aslında..

Bir de cumhuriyeti, yani şu anki cumhuriyeti sevmiyor cemaat çocukları. Kimse de şu anki sistemin Kuran'da bahsedilene yakın bir yönetim olduğunu söylemesin. Hayır, sanki çok güzel bir sistemimiz var, açıkçası ben de hatalı kısımları olduğunu savunuyorum. Fakat şunu asla söylemedim; "bir ülkeyi halkın seçtiği tüpçü, öğretmen, iş adamı, profesör falan filan mı yönetecek?". İçlerinde demokrasiye inanmayan çok kişi var. Bir de demokrasiyi araç niyetine kullanmak isteyenler var ki, demokrasiyi hala Fransız Devrimi çağındaki gibi algılıyorlar. Örneğin insanlar istedi diye demokratik yollarla din kurallarına göre yaşama ve yönetimi yani şeriatı benimseyebilirler diyorlar. Modern demokrasilerde artık çoğunluk diye bir şey kalmadı, azınlık hakları ve konsensüs terimleri daha ön planda. (Burda dip not gireyim ben tamamen demokrasiye inanıyorum ve aslında hizmetteki arkadaşlarımla en çok tartıştığım konu da bu oluyor). Eğer insanlar özgürlüklerini bir kere kaybederlerse bir daha çok zor geri alırlar. Tamam, ülkemizde din ve vicdan özgürlüğü yok, ama konu rejimin kötü yanları değil. Dediğim gibi kendi içimizde çözmeliyiz bunları demokrasi çerçevesinde. Ancak rejim değişikliği, demokrasiye inanmamak çok ters geliyor bana.

Evet, ortalamaya baktığımızda görülen bir şekilde bu sistemin içine dahil olmuş olan insanlar. Kimi çok içli dışlı, kimi kendi dinini yaşıyor sadece. Ama sistem bu insanların üzerinden yürüyor. Çekirdek oluşum içersinde sistem sanırım bildiğim kadarıyla anlattıklarıma yakın düşünceli insanlardan oluşuyor. Şöyle de bir analoji kurdum şu anda: sistemin sadece cumhuriyetin içinde çalışabilmesi, biraz da karıncaların vücudunda büyüyen parazitik larvalara benziyor. Dişi sinek gider karıncanın üzerine konar ve yumurtalarını karıncaya enjekte eder. İçerde büyüyen larvalar karıncayı öldürür ve sineğe dönüşürler. Yani içerdeki küçük sistem bir gün büyük sistemi yıkarak kendi büyük sistemini dönüşüm geçirerek kurabilir. Yani hizmet zaten sadece cumhuriyet içinde var olabilir (başka sistemlerde farklı bir hizmet olurdu belki), her şey olgunlaştığında hizmete zaten gerek kalmaz, çünkü içinde bulunduğu sistemi yok ederek asıl amacına ulaşarak kendi sistemini kurar.

Son olarak ben asla bir düşüncenin, bir oluşumun tamamen kötü olabileceğine inanmıyorum. Hizmetteki arkadaşlarımla olan tartışmalarımız da aynı şeyleri düşündüğümüz çok şey olduğu gibi, farklı şeyler de bulunmakta. Açıkçası "Tehlikenin Farkında mısınız" tarzı bir tehlikenin aslında olmadığını ya da bilenen ve empoze edilenden daha farklı olduğunu göstermek istedim biraz da. Yine eklemeden yapamayacağım; amacım kimseyi korkutmak ya da birilerine bok atmak değil. Ama işin içine biraz girince anlaşılıyor; yapılanlar belli, ortada daha doğrusu...



NOT: Oğuz kendi verdiği cevapta bazı düşüncelerime tercüman olmuş, kendisine burdan teşekkür etmeyi bir borç bilirim. :)



Emre Altıntaş

2 yorum:

EC dedi ki...

(cevap hakkım doğmasına ve bu konularda sizden kat kat fazla bilgi sahibi olmama rağmen, objektifliğimi daha fazla koruyabileceğimi düşünmüyorum o yüzden az önce elimin altına gelen bu yazıyı sizinle paylaşmak istedim.)

Kadın sosyoloğun gözüyle F. Gülen



Sosyolog Berna Turam, Fethullah Gülen hareketini inceledi. Turam, Türkiye, Kazakistan ve ABD’de, cemaatin vakıflarına, şirketlerine ve 'ışık evleri'ne gitti; Gülen hareketini yazdı.
21 Ekim 2007 11:42
Yazı boyutunu büyütmek için


Ruşen Çakır'ın haberi

Bugüne kadar Fethullah Gülen ve onun liderliğindeki hareket hakkında çok şey yazıldı çizildi. Ne var ki bunların arasında “objektif” olarak tanımlayabileceğimiz, yani Gülen cemaatini illa ki iyi veya kötü gösterme derdinde olmayan çalışmalar çok az. Bunlara yeni bir örnek, ABD’de, Hampshire College’da öğretim üyesi olan Yrd. Doç. Berna Turam’ın geçtiğimiz aylarda Stanford Üniversitesi yayınları’ndan çıkan Between Islam and State: The Politics of Engagement (İslam ve Devlet Arasında: Uzlaşma Politikaları) adlı kitabı.

Boğaziçi Üniversitesi’nde hem sosyoloji, hem siyaset bilimi okuyan Turam, Kanada’da McGill Üniversitesi’nde doktora yapmaya başladığı 1997 yılından beri Gülen hareketini inceliyor. Bu on yılda Türkiye, Kazakistan ve ABD’de, cemaatin sıradan üyelerinden, Gülen’in kendisine kadar yöneticileriyle görüşen, cemaatin yurt içi ve yurtdışı okullarında, kız yatakhanelerinde, “ışık evleri” nde bulunan Turam’ın kitabı çok zengin gözlem ve analizler içeriyor. Turam sorularımız şöyle yanıtladı:

* Neden Gülen cemaati?
Turam: Yani tamamen sosyolojik bir meraktan. Sosyal bilimlerde çok yaygın bir yargı vardır. Direnmeyen/çatışmayan aktörlerin pasif oldukları ve herhangi bir şey elde edemedikleri düşünülür. Ben bunu sorgulamak istedim. Gülen hareketinin hiç direnmeden ve başkaldırmadan çok büyük başarılar elde etmesini açıklamak senelerimi aldı.

*Gülen’in direnmediği düşüncesine nereden vardınız?
Turam: Gülen hareketinde laik rejime karşı duran ve başkaldıran davranışlar ve kimlikler aramak için girip çıkmadığım kamusal ve özel alan kalmadı. Ama ana bulgum, devlet ve Gülen taraftarları arasında farklı farklı alanlarda uzlaşmanın (engagement) bulunduğu oldu. Uzlaşma derken bazı konularda pazarlık, bazı konularda uyum ve fikir ortaklığı; bazı konularda da, mesela Orta Asya’daki etnik politikalarda işbirliği... Gülen cemaati mensuplarında çok kesin bir biçimde “biz kavga etmeyeceğiz, çatışma istemiyoruz” yaklaşımı hakimdi. Ama bu her alanda böyle. Sadece devletle ilişkilerinde değil, önlerine hangi sorunu koysanız “bunu kavga etmeden nasıl halledebiliriz?” diye soruyorlar. Yıllar sonra, 2005’de görüştüğümde, Fethullah Gülen’e “laik kesimin demokratlarının bile karşı çıktığı bazı uygulamalar konusunda siz niye suskun kalıyorsunuz?” diye sordum. Bana “Size bıçakla gelene kollarınızı açarsanız, bıçaklarını atarlar” dedi.

*Tamamen özgür bir şekilde çalışabildiğinizi düşünüyor musunuz, yoksa bazı engeller çıkarıldı mı?
Turam: Başka gruplarla karşılaştırdığınız zaman çok açıklar. Örneğin ben Yazıcılar, Okuyucular gibi diğer Nurcu gruplara da ulaşmaya çalıştım ama beni kabul etmediler. Bu bakımdan Gülen hareketinin kollarını kapadığını düşünmüyorum ama başka birçok kişi çok farklı zorluklarla karşılaştı. Bense sahaya girip çıkmakta hiçbir sorun yaşamadım, hatta oldukça destek oldular. Zaten sahaya çıkıp feminist feminist konuşmadım. Uslu bir kız olarak davrandım. Fakat doktorayı bitirip sosyolojiyi profesyonel olarak yapmaya başladıktan, yani o kız öğrenci imajından çıktıktan sonra sağda solda makalelerim çıkmaya başlayınca cemaatten bazılarının rahatsız olduğunu gördüm. “Keşke bu makale çıkmadan önce okusaydık” veya “koca kitap çıkmış, hiçbirimiz daha önceden görmedik” gibi sözler edildi. Bir de, özellikle kadın gruplarının çok içine girdiğiniz zaman, bir yerde sosyolog olduğunuzu unutuyorlar ve aralarına katılmanızı istiyorlar. Kesinlikle herhangi bir baskı olmadı ama davet ettiler. Örneğin başörtüsü hediye etmeler veya “artık sen de namaz kılıyorsun değil mi?” gibi sözler. Cemaat doğal olarak muhafazakâr. Yakın ilişkiler kurulunca, gece evden arayıp da bulamadıklarında tepki verenler oluyordu. Bekar genç bir kadın gecenin bir saati nerde olur diye... Özel hayatımı ayrı tutmanın çok zor olduğu noktalara geldim zaman zaman. Ama bunun tam tersine, bir gece kulübünde elimde içki, cemaatten birine rastladığımda, gayet doğal muhabbet ettiğimiz de oldu. Hareket çok geniş, genellemek çok zor.

*Sizi “uzlaşma” (engagement) dediğiniz şeye laik kesimler pek inanmıyor ve cemaatin takiyye yaptığını savunuyorlar. Gülen’in o “beklenen gün” ü beklediğine inanıyorlar. Sizce de bu “uzlaşma” yaklaşımı onların içine sinmiş durumda mı yoksa bu bir taktik ya da strateji olabilir mi?
Turam: Her hareketin taktik ya da stratejileri olur. Bir hareketin stratejisinin olması onun ikiyüzlü olmasını gerektirmez. Feminist hareketin de stratejisi var, milliyetçi hareketin de. Bunların da çok başarılı stratejileri var. Mesela ağ oluşturma (networking) konusunda gayet uzmanlar. Bu iş herhalde bundan daha iyi yapılamaz. Tıkır tıkır işleyen bir mekanizmaları var. Ama ben uyum ve uzlaşmadan bahsederken çok spesifik bir noktaya parmak basıyorum: devletle olan ilişkileri. Laik aktörlerle, Kemalistlerle değil, sadece devletle. Laik aktörlerle devleti özdeşleştirmek ve aynı kefeye koymak adetten olmuş, ama çok hatalı bir bakış acısı. Ben Gülen hareketinin devletle olan ilişkilerinde stratejik ve hatta kasıtlı olmayan tutum ve hareketlerini mercek altına koydum. Devletle aralarında iki tarafın da dile getirmediği hatta farkında olmadığı uyumlar var. Bu iş stratejiyle filan olmaz, kimya meselesi. Devlete karsı olan tutumları, onları devletçi kılmıyor, kendi özerk alanlarını kısıtlamıyor, ya da devleti tehdit etmiyor. Sadece birçok konuda giderek daha benzeşiyorlar. İslam’la da doğrudan ilgisi yok bunun. Devlet-toplum ilişkisi düzleminde düşünmek gerek. Çok samimi bir şekilde milliyetçiler mesela.

* Peki milliyetçiliklerine rağmen İslami kimliklerinden taviz vermemeleri nasıl birlikte gidebiliyor? Bu çelişki yaratmıyor mu?
Turam: Bu bir çelişki değil, çünkü ümmetçi bir hareket değiller. Büyük İslam ümmetini bir araya getirmek diye bir dertleri yok. İkincisi, laik devleti yıkıp yerine İslami bir devlet koymak gibi bir amaçları da yok. Daha farklı, bence çok daha idealist bir gündemleri var. Dikkat ederseniz, bu hareket hep laik ortamlarda yayılıp büyüyor, Orta Asya, Amerika, Avrupa vs. Diğer İslami hareketlerden çok farklı oldukları için de fazla zorlanmıyorlar. Kaldı ki İslam ile milliyetçiliği bir arada götüren başka hareketler de var.

*Şeriat istemiyorlarsa bütün bunların ucunda neyi hedefliyorlar?
Turam: Bence bu hareketin, ama sadece bu hareket için söylüyorum, en büyük amacı, laik düzen çerçevesinde İslami hayatlar sürmek isteyen insanlara daha geniş alanlar ve özgürlükler açmak. Böylesine daha fazla özgürlük talebinin devleti İslamlaştırmakla hiçbir ilgisi olmadığını düşünüyorum. Zaten kendileri de bunu söyleyip duruyorlar. Yine de onların takiyye yaptıklarına inananlara şunları hatırlatmak iyi olabilir: Ortadoğu’ya hiçbir ilgi duymuyorlar, İran’la hiç ilgilenmiyor ABD’ye yöneliyorlar. İslami devlet fikri en azından uygulamaya konulmuş haliyle hiç hoşlarına giden bir şey değil. Fethullah Gülen’le konuştuğumda Seyyid Kutup gibi tanınmış radikal İslami düşünürlerle kendi görüşlerinin hiç bağdaşmadığını açık açık koyduğunu gördüm. Onlar için “çok radikal, çok politik” diyor, onları eleştiriyor. Zaten o kadar büyük bir hareket ki isteselerdi siyasi bir parti kurarlardı, hiç de zorlanmaz ve epey de oy alırlardı. Ama bilmeden Türkiye’de siyasi kültürün ve devletin dönüşümünde rol oynuyorlar. Bunu söylediğinizde de kendileri de kabul etmiyorlar ki haksız da sayılmazlar çünkü bu pek de planlı olarak yaptıkları bir şey değil. Devletin dönüşümü derken, o çok korkulan İslamlaşma ve Şeriat’tan bahsetmiyorum. Tam tersi katı ve taviz vermeyen laiklikten, toleranslı bir sekülarizme doğru olan dönüşümden bahsediyorum.

*Ama devlet içinde çok ciddi sayıda kadroları olduğu da biliniyor özellikle emniyette\’85 Özellikle takiyye diyenler bu kadrolaşmayı örnek gösteriyor.
Turam: Bu harekette yer alan kimseyi devlet kademelerine sokmamanın demokraside açıklaması olabilir mi? Bunda ürkülecek tek şey, devletin ele geçirilmesi değil, hareketin kendi amaçlarından taviz verip, devletin yörüngesine girmesi, yani iyice ehlileşip devletçileşmesi olur. Gülen hareketi ılımlı ve uyumlu, ama birçok kişinin iddia ettiği gibi devletin uydusu da olmuyor. Hareketin devletten ekonomik bağımsızlığı ve uluslararası platformda tanınan aktif bir aktör olması buna imkan vermiyor.

KİTAPTAN ALINTILAR

Gülen’in en sevdiği fıkra

Fethullah Gülen’le görüşmeden ayrıldıktan sonra yandaşları bana onun en sevdiği fıkralardan birini anlatıyor: “Küçük bir köyde iki kaynana, her gün dere kenarında kavga eder, derenin karşı tarafından birbirlerine küfreder ve taş atarlarmış. Bu içlerinden biri hastalanıncaya kadar devam etmiş. Hastalanan kadın, kendi yerine gelinini gönderip, karşı kıyıdaki kadının ettiği her küfür için iki katı küfretmesini öğütlemiş. Gelin de dere kenarına gidip öbür kadının karşısına geçmiş. Ama kadın ne kadar küfrederse küfretsin gelin ağzını açmıyor, tek bir kelime bile etmiyormuş. Karşıdan yanıt alamayınca iyice küplere binen kadın, öfkesinden çatlamış. Eve dönen gelin olanları kaynanasına anlatmış. Kadın, küfürleri karşılıksız bıraktığını öğrenince gelinine saldırmaya başlamış. Gelin yine karşılık vermeyince, o da sinirinden çatlamış.”

Gülen’in gözünde ordu
Hareketin güçlü milli duyguları direkt olarak devlet örgütlerine bağlılığı arttırıyor. Buna ordu da dahil. Bir milliyetçi olarak Fethullah Gülen, devletin güvenliği için ordunun gerekli olduğunu düşünüyor. Şu anda yaşadığı evinde, Pennsylvania’da yaptığımız mülakatta Gülen, devletin ve ordunun en başından beri okullardan haberi olduğunu ve bunları desteklediğini söyledi. Askerlik görevi ile ilgili kişisel görüşlerini de sordum. Gülümsedi ve insanın ülkesine hizmet etmesinin özel bir keyif verdiğini söyledi. Bu hizmetin, zorluklarına rağmen hayatının en önemli olaylarından biri olduğunu ifade etti. 1980’lerden beri birçok konuda fikirleri değiştiyse de orduya bağlılığı 80 öncesine kadar dayanıyor: “Asker olmak için doğan insanlar vardır. Bu kişiler asker olarak ölürler. Askeri görevlerine, fedakarlığa ve savaşlara aşıktırlar. Devam eden zorluklara rağmen bir kıtadan diğerine giderler.”

Cemaatın kaç üyesi bulunuyor!

- Kitapta 6 milyon cemaat üyesi olduğunu yazmışsınız. Bu rakama nerden ulaştınız?
Turam: Sosyal bir hareket olduğu için taraftarları, bağış yapanları, öğrencileri sempatizanları hizmetteki kişileri vs. saymak mümkün değil ama bu sayı kendi tahminleri. Sanırım Türkiye içindeki bütün etkinliklerine ve örgütlenmelerine bakıp böyle bir sayıyı tahmin ediyorlar. Amerika’daki konferanslarda bu sayı çok geçiyor. Bunun temel nedeni araştırmacıların sürekli olarak bir rakam talebinde bulunması. Sonuçta onlar da böyle bir tahminde bulunmuş olmalılar. Pek güvenilir bir rakam değil ama çok çok yanlış olacağı da söylenemez. Burada ilginç olan, grubun yurtdışındaki gücü hakkında tahminde bulunmanın daha zor olması. Örneğin ben burada ABD’nin en saygın üniversitelerinden MIT’de okuyan öğrencilerle mülakat yapıyorum, çoğu Gülen hareketinden çıkıyor. Yurtdışında çok çok güçlüler ve bu büyüyen potansiyelin uç limitlerinin kendileri de farkında değil. Gülen, Orta Asya’ya hiç gitmemiş mesela. Zaten bu çapta bir hareketin merkezden yönetilmesi imkansız.



Vatan Gazetesi... iyi çalışmalar..

EC dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.