30 Ağustos 2007 Perşembe

Staj Dedikleri



Üniversite öğrencilerinin kabusu…Aslında biraz ağır oldu bu cümle.Kabus demeyelim de angarya diye adlandıralım.Çünkü çoğumuz için “yapılması gereken” ve çoğu zaman da “amacına hizmet etmeyen” bir durum.Girdiğiniz kurumun işleyişini öğrenmek için girersiniz,az da olsa işin ucundan tutmak istersiniz ama genelde yaptığınız “fotokopi çekmek”tir ya da “internette gezinmek”.Benim için zorunlu olmasa da bu yaz son sınıfa geçmeden ben de bu stajyer olma durumunu tecrübe etmek istedim.Doğuş Otomotiv çatısı altında başladığım stajımın tam ortasındayım şu an.Bu arada 30 Ağustos ilk defa benim için “Milli Bayram”dan öte bir şey zira bu yazıyı resmi tatil sayesinde kaleme alabiliyorum.Stajdan bahsedecek olursak aslında çok da ümitli değildim.”Ümitli”den kastım şirketin “getir götür” işlerinden başka bir şey yapmayacağımı sanmak.Yine de iş yaşamına ufak bir giriş olur diye tatilimden büyük bir fedakarlık yaparak! Ağustos’un 20’sinde Ankara’ya gelmiştim.Neyse,ilk haftada otomobillerin özellikleri hakkında bilgi öğrenmek ve bunları müşterilere aktarmakla geçti.Sonrasında “Volkswagen Doğuş Finans”’a yatay bir geçiş yaptım.(Kaderim oldu bu benim,ömrü hayatım boyunca 8 okul değiştiren bu vücut 3 hafta duracağı yerde bile departman değiştiriyor).Efendim burada biz araba alanlara kredi veriyoruz.Çok iyi çalışma arkadaşlarım var;Gülçin Hanım ve Serap Hanım.Sağolsunlar daha önce iş günüm olarak bildiğim Cumartesi’mi de tatil yapıverdiler.O değil de kardeşim araba alanların hiç mi parası yok,nerdeyse herkes kredi alıyor ya.Olayın bu yönünü daha sonra bir “iktisatçı adayı” olarak incelemem gerekecek.Kimin parasını harcıyoruz biz?.Konuyu dağıtma Oğuz!.Bu arada “vdf” çatısı altında kredi işlerinin nasıl döndüğü hakkında her türlü bilgiye de vakıf bulunuyorum.Dün ise gerek vdf’nin öğleden sonra pek işi olmaması dolayısıyla gerekse “satış destek” departmanından Ezgi Hanım’ın çok yoğun olması sebebiyle kendisine yardım etmeye çalıştık elimizden geldiğince.Lafın özü,bu staj sandığımdan daha da eğlenceli geçiyor gerek çalışanların bize çok samimi davranması gerekse bölümden birkaç arkadaşımın da burada staj yapıyor olması sebebiyle staj süresinin nasıl geçtiğini anlamıyorum desem abartı olmaz.Dün akşam “satış departman”nından Ahmet Bey’in davetiyle çalışanlarla halı saha maçı bile yaptık.Matrak futbol tadında bi maçtı:-)Neyse ben lafı daha fazla dağıtmadan yazımı burada bitireyim,uzun yazılardan ben de hazzetmem zira.

Hoşcakalın.



Oğuz Barlas

29 Ağustos 2007 Çarşamba

Tebrikler, ama...

Beşiktaş ve Fenerbahçe şampiyonlar ligi öne elemelerini geçtiler. Peki gruplarda rezil olmıcaklarını kim garanti edecek?






Emre Altıntaş

27 Ağustos 2007 Pazartesi

Şakir Süter vefat etti

Öncelikle ailesine sabır ve baş sağlığı dilemek istiyorum. Televizyonu açtım ve bir anda ekrandaki yazıyı okuyunca şok oldum: "Şakir Süter'i kaybettik"!

Hergün takip etmeye çalıştığım, severek okuduğum bir köşe yazarıydı kendisi. Aslında Şakir Süter'i okumaya ortaokul çağlarımda, sırf köşesinde yer verdiği küçük fıkralar yüzünden başlamıştım. Gün geçtikçe köşesini okurken düşüncelerinin her zaman kendi düşüncelerimle örtüştüğünü farkettim.. O benim açımdan bir nirengi noktasıydı. Şimdi yok, eksikliğini muhakkak hisedeceğim...


Ailesine tekrar baş sağlığı, kendisine de allahtan rahmet diliyorum...


Emre Altıntaş

26 Ağustos 2007 Pazar

ibne hakeemmmm!!!

10 dakika önce geldim eve.. Yüzümde muzaffer bir komutanın gülüşü var hala (salak salak sırıtmak nasıl bu kadar güzel anlatılabilirdi ki?). Çok zorlu bir maçı kazandık, niye böyle mutlu olmayayım ki? 2-1 yeniliyorken, sonuçta 3-2 galip bitirdik. Denizli - Manisa mçından bahsediyorum.

Aslında maçın başında çok bişey anlamyamadım, oturduğumuz yer biraz köşeydi de. Denizli Atatürk Stadı'nı bilenler için söylüyorum, yola bakan kısımdaki kapalı tribünün sol köşesindeydi yerimiz. Hani şu kodomanların oturup hiç bağırmadan izledikleri alt kapalı.





Maça aslında gayet iyi başlamıştık. İlk gol Julio Cesar'ın ayağından 12. dakikada geldi. İlk yarının son 10 dakikasına girerken kaleci Souleymanou'nun aptalca hatası yüzünden 1-1 beraberlik geldi maça. Halbuse gayet de iyi oynuyorduk o dakikaya kadar. İkinci yarı başladğındaysa Denizlispor adeta dökülüyordu. Ve gol geliyorum diyerek dakika 55 de geldi. Takımımız adete dağılmıştı, belki Manisa o dakikalarda farkı kaçırdı. Takımın beyni olan Yusuf solda Fatih Egedik de sağda adeta kötü oynama konusunda yarışa girmişlerdi. Neyseki 70. dakikadan sonra toparlanan takımımız 10 dakika içinde Kratochvil ve Yusuf Şimşek'in ayaklarından 2 gol buldu. Son 10 dakika açıkçası geçmek bilmedi, ama dikkatli savunmamızla maçı 3-2 kazandık.

Sorcaksınız "ee iyi güzel anlatıyosun da, niye ibne hakem yazdın başlığa?" diye. Hemen söyliyeyim, ikinci yarı oynanırken bir ara kendimi ayağa fırlamış, "İbnneeee hakeeeeemmmmm!" diye avaz avaz bağıırırken buldum :) Hani bazen başınıza gelir ya herkes susar, donar herşey.. İşte bir kaç saniye dünya durdu sanki, sonra birden bütün o kodamanlar hakeme sövmeye başladı, yaşlı yaşlı amcalar falan. Nasıl sövmesinler, bu kadar yanlı bir maç yönetilemezdi, ve bir yerden sonra insan patlıyor ama yani!

Şimdi Denizlispor 3 maçta 4 puanla 9. sırada. Fakat oynanan oyun aslında hiç de iç açıcı değil, belki de düşme potasının en büyük adaylarından biri Denizlispor.


Ya o değil de hakkem cidden ibneydi be kardeşim!


Emre Altıntaş

Pilotsuz Uçak!


Sabahki yazımı yakın zamanda görüşmek üzere diye bitirmiştim. Bu kadar yakın olacağını bilmezdim. Biz diyoruz Pazar günü dünya sorunlarından bahsetmeyelim,insanların canını sıkmayalım,orfoz balığıydı,mizahtı,aşktı vs ama hemen yanıbaşımızda Irak'ta -artık olağan hala gelen- bombalama ve ölüm vak'aları son bulmuyor. Dediğim gibi artık bombalamalar o kadar sıradan ki Londra'da, Washington'da, Paris'te 50'den fazla ölümle sonuçlanmayan saldırılar haber bültenlerine giremiyor. Ama bu seferki farklı. Anadolu Ajansının akşam saatlerinde geçtiği habere göre 7 sivil ölmüş ve 5'inin yaşları 4 ila 8 arasında değişiyormuş. 4 ila 10 yaşlarında 3 çocuk da yaralıymış. Teknolojiye bakar mısınız; PİLOTSUZ UÇAK! Tamam amerikan uçaklarına silah açanlar çocukların bulunduğu eve girmiş olabilir, onlar da Allah'ından bulsunlar ama her şeyi bu kadar teknolojik yapınca girilen evde başka kimlerini olduğunu hesaplayamıyorsunuz! Ne diyeyim birileri artık cehennemi bile haketmiyor!
Oğuz Barlas

Orfoz Balığı

Pazar yazıları genelde dünyevi sorunların yanından bile geçilmediği,insanı okuyunca gülümseten ya da şaşırtan yazılar olur.İncelendiğinde şu görülecektir ki bu yazıların karakteristiği kadın-erkek ilişkileri üzerine olmasıdır.Bu da benim ilk pazar yazım ve ben de bu bağlamda kadın erkek ilişkilerini daha önce pek de ele alınmadığını düşündüğüm şekilde incelemek istiyorum.Sizlere Hz.Adem ve Havva'dan beri büyük bir sorunsal olmuş bu konuyu orfoz balığı özelinde anlatmak istiyorum.(Kabul edin iyi bi giriş yaptım:-))Bu canlımız doğduğu zaman herhangi bir cinsiyete mensup olmuyormuş.Bu süre 8 yıla denk geliyor.Kim kimi yiyor,dişi olup istediğimi mi yaptırayım yoksa erkek olup hükmedeyim mi derken dişi olmaya karar veriyor.Laf aramızda bayağı hafifmeşrep bir dişi oluyormuş.Hani yuvasından çıktığında en az 10 erkek sağrısından takılırmış peşine:-).Yaklaşık 10 yıl dişiliğin tadını çıkaran orfoz balığı 18 yaşına geldiğinde boyunun da uzamasından mütevellit "noluyoruz lan" nidaları eşliğinde dişilik organlarını görmezden gelerek(gerçekten de kayboluyor hakkını yemeyelim) erkekliğe yatay geçiş yaparmış.Bu sefer kovalayan tarafına geçen canlımız ortalama 60 yıl olan hayatının geri kalanını "delikanlı" olarak geçirirmiş.Buna doğru yolu bulmak mı denir ne denir?Aslında sorarlar adama "birader sen 10 yıl boyunca ne yaptın bi anlatıver geçmişini diye" :-).


Bir değerlendirme yapmak gerekirse bu canlı dişiyken bir zamanlar dişi olan başka bi canlıyla çiftleşiyor.Bunun evladından ne beklersin?Erkekken de gelecekte kendi gibi erkek olacak eşiyle yaşıyor.Bu nasıl bir ilişki böyle.Evlerden ırak:-).Son olarak aklıma takıldı da orfoz balığı yemek caiz midir acaba?

Yakın zamanda tekrar görüşmek dileğiyle.
Oğuz Barlas

25 Ağustos 2007 Cumartesi

sevildiğim zamanlar birer öykü oldular...

Bazen bir şarkıya takılırsınız, bütün gün o şarkıyı dinlersiniz, hatta ertesi gün ve sonraki gün de... İşte bugün yine o günlerden biri benim için. Pinhani'nin "Unutuldular" şarkısı.

Nerden çıktı bilmiyorum, daha önceden de playlistimde çalardı bu şarkı ve beğenerek dinlerdim arka arkaya bazen. Ama niye takıldım kaldım sadece bunu dinliyorum anlamadım :$

Sözleri belki de bugün tekrar vuruyor beni.. (Yine mi dumurlardayım allah kahretsin!) Şarkının sözleri cidden insanın aklını başından alıp, elini kolunu bağlıyacak cinsten. Beni en çok etkileyen kısmı ise şarkının sonundaki kısım..

Sevildiğim zamanlar birer öykü oldular
Meraklı çocuklara anlatıldılar
Aynı olduğu gibi, yaşandığı gibi unutuldular

Şarkının bu kısmında eski sevgililerim aklıma geldi, sevildiğim zamanlar, şimdi unutulmuş olan zamanlar... Peki ya ben öyle düşünüyorsam sadece? Yani gerçekten de sevilmiş miydim? Yaşadıklarım, zaten o zamanlar bile kafamda kurduğum bir hayal dünyasından ibaret miydi? Ama neyse, ben en azından hayal de olsa, masal da olsa bişeyler yaşadım kendimce. Ve inandığım masallar şu anda unutuldular...




Not: Bu yazı aslında dün yazılmış olup, yazının saçma olduğu düşüncesiyle tarafımdan silinmiştir (daha doğrusu silindiği sanılmıştır). Bugün taslaklarda Oğuz'un yazıya rast gelmesi ve cesaretlendirmesiyle yazı tamamlanmış ve yayınlanmıştır. TEŞEKKÜRLER OĞUZ!

Emre Altıntaş

Herkese merhaba…

Bugün burada yolları 2 yıl önce coğrafi olarak ayrılmış fakat sanal dünyanın verdiği fırsatlar sayesinde bağları kopmamış 2 gencin, yine sanal dünya yardımıyla fikirlerini, yaşadıklarını, fotoğraflarını, sevdiklerini kısacası yaşamlarını paylaşmalarına şahit oluyorsunuz. İçimizden geldiğince aktüaliteden kopmadan ve samimi şekilde her şeyi burada paylaşacağız. Yaşamının büyük bölümünü İzmir’de geçiren Emre’nin yazılarındaki renkli ve eğlenceli tarafı ben Ankara’nın gerektirdiği şekilde gerçekçi ve kasvetli yazılarımla dengelemeye çalışacağım. Şaka bir yana bir süre geçtikten sonra göreceksiniz ki hayata dair her şey hakkında bir kaç kelam etmiş olacağız. Umarım keyifli olur.

Kısa zaman içinde görüşmek üzere..

Oğuz Barlas

blog ne lan!

Merhaba blog dostları,

Yeni bir blogla karşınızdayız... Peki biz kim miyiz? Hiştt lan Oğuz, kimiz biz? Heh, seni tanıdılar ben kaçıyorum Oğuzcum.. :P Neyse efendim biz iki delikanlı (Oğuz ve Emre) blog yapalım dedik. Ne zamandır gaza geliyoruz geliyoruz ama bir türlü kuramadık şu mereti. Aslında bu blog muhabbetini ilk duyduğumda "Blog ne lan?" demiştim. Sakın yanlış anlaşılmasın, blog da neymiş, boş işler bunlar falan diye küçümser bir düşünce değildi bu. Cidden blog ne bilmiyordum. Böyle baktım baktım insanların bloglarına, çok hoşuma gitti bu blog denen zımbırtı. Ama bir türlü cesaretimi toplayıp "Heyt lan!! Ben de blog yaptım, bakın işte.. Süfer oldu hem" diyemedim. Ama birlikten kuvvet doğar diyen atalarımızın sözüne güvenerek sevgili Oğuzu da bu batağın içine çektim :) Şimdilik kısa bir şey yazayım dedim. İlerde buraya neler yazacağımızı biz de tam olarak bilmiyoruz, ama güzel planlarımız var kafamızda. Umarım her şey güzel olucak...

Emre Altıntaş